27 Haziran 2013 Perşembe

Her Kadının İçindeki Çocuk



Bülent, avucunu açmış kendisine doğru elini uzatan adama ters ters baktı. 

Elli yaşlarında gösteren adam, görmeye alıştığı hırpani kıyafetli dilencilere benzemiyordu. Üzerindeki giysiler eski fakat temizdi. Eli yüzü temiz ve sağlıklı görünüyordu. “Sapa sağlam adam gidip çalışacağına dileniyor, belki benden daha zengindir” diye düşündü. Zaten canı çok sıkkındı, birde sinirlenmişti. 
Alaycı bir ses tonuyla: 

- Ekmek parası mı istiyorsun ? diye sordu. 
- Hayır çikolata parası lazım! 
Bülent’in kızgınlığı şaşkınlığa döndü. Espri yeteneği olan dilencinin hali de başka oluyor diye düşündü. 
- Niye siz ekmek bulamayınca çikolata mı yiyorsunuz? 
- Hayır. Ekmek bulamadığımız günler genellikle bulgur pilavı yeriz, onu da bulamadıysak aç yatarız. 
Bülent adamın ciddi mi konuştuğunu yoksa dalga mı geçtiğini anlayamamıştı. 
- Bu gün karnınız doydu üstüne tatlı mı istedi canınız? 
- Fakirin canı mı olur ki, tatlı istesin beyim. 
- Bu bir kamera şakası mı yoksa sen iş bulamamış stendapçı mısın? 
- Hiçbiri değil. Sadece fakirim. Bugün karımın doğum günü, ona çikolata götürmek istiyorum. 
- Doğum gününde yaş pasta alınır bildiğim kadarıyla. 
- O bizim için değil zenginler için. Otuz yıllık evliliğimiz boyunca ona bir kez bile yaş pasta alamadım. Ama her doğum gününde mutlaka çikolata götürdüm. Çikolatayı çok sever. 
Adamın söyledikleri Bülent’in dikkatini çekmişti. O akşam karısıyla kavga etmiş, kapıyı çarpıp kendini sokağa atmıştı. Arabasına da binmemiş sahile kadar yürümüştü. Denizi seyretmek de onu rahatlatmamıştı. Oysa eskiden denizi seyrederken çok rahatlardı. Dalgalar sıkıntısını alıp götürürdü. 
Fakat karısının evde ağlıyor olduğunu bildiği için olsa gerek, hiçbir şey onu rahatlatmıyordu. 
Dilenciyle konuşurken biraz kafası dağılmıştı. “Acaba söyledikleri gerçek mi, yoksa uyduruyor mu” diye düşündü. 
- Cebinde bir çikolata alacak para yok mu şimdi? 
Bülent’in sorusu üzerine adam ceplerini boşalttı, bir nüfus cüzdanından başka bir şey çıkmadı. 
- Ben dilenci değilim. İşim yok. Günlük çalışırım, ne iş bulursam yaparım. 
Fakat bu gün bütün gün iş aradım, aksilik bu ya, hiçbir iş bulamadım. 
Bülent oturduğu bankı işaret ederek yer gösterdi. 
- Oturun biraz dertleşelim bari, dedi. 
Adam çekingen çekingen oturdu yanına. 
- Yokmu eşin dostun, borç alacak akraban? 
- Fakirin akrabaları da fakir olur beyim. Bulurlarsa kendi karınlarını doyururlar. 
- Dilenecek kadar çok mu seviyorsun karını ? 
- Hem de çok seviyorum. Otuz yılımı aydınlattı o benim. 
- Hımmmm. Aşk hemde otuz yıl süren aşk. Hayret doğrusu! Aşkın ömrü en fazla üç yıl diyorlar oysa. Sen otuz yıldan bahsediyorsun. 
- Evet. Geçen yıllar sevgimi azaltmadığı gibi artırdı. 
- Söyle o zaman nedir evlilikte mutluluğun sırrı? 
Söylediklerine bakılırsa sen mutluluğun formülünü bulmuş gibisin. 
- Ben ilkokulu bile bitirmedim. Öyle formül falan bilmem. 
- Formül dediysem kimya formülü sormuyorum canım. Bende altı yıllık evliyim. Sevdiğim kadınla evlendim, fakat mutlu değilim. Sürekli kavga ediyoruz. Daha iki saat önce kapıyı çarptım çıktım. 
Evimiz, arabamız, işimiz, gücümüz, her şeyimiz var, ama mutlu değiliz. 
Senin hiçbir şeyin yok, ama mutlusun. Para mı acaba bizi mutsuz eden? 
- Hiçbir şeyim yok mu? Hayır benim her şeyim var. Benim karım her şeyim. 
Sevgilim, eşim, arkadaşım, hayat yoldaşım. Hayatımı paylaştığım insandan daha değerli ve daha önemli ne olabilir ki dünyada? 
Sizin ev, araba, iş diye her şey dediğiniz şeylerdir aslında hiçbir şey olan. 
- Öyle deme, şu kadar varlığın içinde bile karım her şeyden şikayet ediyor. 
Bir de fakir olsam kim bilir ne olur? 
- Altın tasın, kan kusana faydası yoktur beyim. Sen kadın ruhunu hiç anlamamışsın. Hiçbir kadın iyi bir evde oturduğu, hergün çeşit çeşit yiyecekler yediği için mutlu olmaz. Bir kadın, kocasının her şeyi olduğunu bildiğinde ancak mutlu olur. 
- Sizin mutluluğunuzun sırrı bumu ? 
- Olabilir. Ben karıma değerli şeyler alamıyorum ama ona benim için ne kadar değerli olduğunu hissettiriyorum. O da çok mutlu oluyor. 
- Bir kadına değerli olduğunu nasıl hissettirilir? 
- Küçük kızı severek. 
- Küçük kız mı ? Hangi küçük kız ? 
- Yaşı kaç olursa olsun her kadının içinde hiç büyümeyen bir küçük kız vardır. O kızı ne kadar çok sever, ne kadar çok mutu edersen, o kadını da o kadar mutlu edersin. 
- Nasıl yani ? 
- Küçük kız neleri sever, nelerden hoşlanır bir düşünün. Küçük kızlar hep beğenilmek, ilgi görmek isterler. Güzel olduklarını duymaya bayılırlar. 
Kendilerine prensesmiş gibi davranılmasını beklerler. Küçük kızlar hep prenses olmayı hayal ederler. Sürprizlerden hoşlanırlar. Biraz şımartılmak isterler. Sevilmek ve sevildiklerini hep duymak isterler. İltifata doymaz küçük kızlar. Öyle değil mi? 
- Haklısın. Benim dört yaşımda bir kızım var. Adı Aylin. Her akşam boynuma sarılır “babacığım beni ne kadar seviyorsun?” diye sorar. Giysisini değiştirdiği zaman etrafımda “Baba güzel olmuş muyum?” diye sorar durur. Güzelsin demem de yetmez ona. ” Harikasın prenses gibi olmuşsun” demeliyim. Dünyanın en güzel kızı demeliyim. 
- İşte kadınlar bir ömür boyu bunu duymak isterler. Ben elli yaşındaki karıma böyle davranıyorum. Ömrümüz olurda seksen, doksan yıl da yaşarsak ben ona böyle davranmaya devam edeceğim. Ona “bebeğim” diye hitap ediyorum çok hoşuna gidiyor. “Bebeğim bana bir çay yapar mısın?” dediğimde çay yapmak için nasıl koşturduğunu görmelisiniz. 
- Hiç kavga etmezmisiniz siz? 
- Kavga evliliğin tadı tuzu. Arada biz de tartışırız. Küsüp barışmanın tadı ayrıdır. Benim karım bir keçi kadar inatçıdır. Onunla barışmak için uğraşmak ayrı bir keyif verir bana. 
- Benim eşim çok ciddi kadındır. Hiç küçük kız havası yok onda. 
- Küçük kızlar büyüdükleri zaman artık sevgi, ilgi istemeye utanırlar. En ciddi yada en yaşlı kadının bile o küçük kız mutlaka vardır. Yeter ki sen o tatlı kızı sevindirmeyi, mutlu etmeyi bil. Ve o küçük kızı asla aldatma. Yoksa bir daha sana güvenmez ve ne yaparsan yap hep kuşkuyla bakar. Küçük kızlar hem çabuk mutlu olurlar hemde çabuk kırılırlar. Çok narindir onlar. Hoyrat elleri sevmezler. Yumuşak dokunuşları severler. 

- Bu tavsiyeni deneyeceğim. Fakat her zaman yapabilir miyim bilmiyorum. 
Bazen işlerim çok yoğun oluyor o zaman eve çok yorgun gidiyorum. 
- Bu sadece bir bahane. O küçük kızı mutlu etmek dünyanın en kolay işi. 
Çoğu zaman birkaç tatlı söz yeterli olur. Sen o küçük kızı mutlu ettiğinde karşılığını fazlasıyla alırsın. Artık o seni rahat ettirmek için elinden gelen gayreti gösterir. Karısı mutlu olmayan erkek mutlu olamaz. Mutlu olmak isteyen erkek önce hayat arkadaşını mutlu etmelidir. 
Düşünsene somurtkan, mutsuz, sürekli söylenen biriyle yolculuğa çıksan ne kadar mutlu olabilirsin. 
- Haklısında bende bütün gün ailem için çalışıp yoruluyorum. 
- Yine para, yine dış sebepler. Evet para önemli ve gerekli ama kadınlar para için erkekleri sevmezler. Para geçici mutluluklar verir. Kadınlar hediye almayı severler. Paran varsa hediye al tabi. Ama hediyeyle mutlu olmasını bekleme. Hediyenin yanına sevgini katmazsan hediyenin bir anlamı yoktur. Benim hiçbir zaman çok param olmadı. Günlük kazandım günlük yedik. Bazen aç kaldığımız günler oldu. 
Hiçbir zaman karımın kulaklarına altın küpe takamadım ama her zaman aşk sözleri fısıldadım. 
Adam ayağa kalktı. 
- Bana müsaade, artık gitmeliyim, karım merak eder. Sende git evine küçük kızın gönlünü al, belki o küçük kız şimdi evde ağlayıp duruyordur. 
- Bülent de ayağa kalktı. Kuvvetlice elini sıktı. 
- Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. 
Elini bıraktı koluna girdi. Yolun karşısındaki pastaneyi gösterdi. 
- Hadi gel eşin için şuradan çikolatalı pasta alalım, dedi. 
Pastayı aldılar. Adam hayatında ilk defa karısına yaş pasta götürmenin mutluluğuyla, bin bir teşekkür ederek evginin yolunu tuttu. Bülent de pastanenin yanındaki manavdan karısının en sevdiği meyvelerden aldı. 
Evine geldiğinde karısı şişmiş gözlerle mutfak masasında oturmuş su içiyordu. Bülent hiç konuşmadan meyveleri büyükçe bir tabağa döküp yıkadı., sonra eşinin önüne koydu. 
- Bunlar dünyanın en şanslı meyveleri, dedi. 
İnci hiç konuşmadı. 

- Sorsana “niye” diye. 
İnci kızgın kızgın: 
- Niye? Diye sordu. 
- Çünkü dünyanın en güzel ve en tatlı kadının midesine gidecek, dedi gayet ciddi bir ses tonuyla. İnci şaşırmıştı. Bir anda yüzünün ifadesi yumuşamıştı. 
- Bunlar senin sevdiğin meyveler, senin için aldım. 
- Hayret bir şey! Her zaman kendi sevdiğin meyveleri alırdın. Benim hangi meyveleri sevdiğimi iyi hatırlamışsın. Aslında bu beklediğim istediğim bir şeydi. “bak senin sevdiğin meyveleri aldım” 
Ama şimdi kıymeti yok. Çünkü sana çok kırgınım, meyve alarak gönlümü alamazsın. 
- Özür dilerim seni kırdığım için. 
Sonra Bülent yere diz çöktü. 
- Cezam neyse razıyım. Ama bir tek şey istiyorum senden. Seni delice seven bu adamı senden mahrum etme. 
- Bülent yere çömelmiş, boynu bükük bir vaziyette çok komik görünüyordu. 
İnci kıkır kıkır gülmeye başladı. 
- Affetmek o kadar kolay değil. Bakalım hangi cezalara katlanabileceksin, dedi. 

Bülent işte o zaman ona muzip muzip bakan eşinin içinde sakladığı küçük kızı gördü. 
Bundan sonra her şey daha farklı olacak diye düşündü.... 

26 Haziran 2013 Çarşamba

Hayata Hep Güzel Bakmak


Hayata Hep Güzel Bakmak

Hastahanenin bir koğuşunda üç kötürüm bulunuyordu.Bunlardan 
koğuşa ilk gelen pencerenin önüne,ikincisi ortaya,üçüncüsü ise kapı 
kenarına yatırılmıştı. 
Ortadaki hasta iyimser bir adam olduğu için,neşeli konuşmalarıyla ötekileri eğlendiriyor ve kederlerini azaltmaya çalışıyordu. 
Soğuk bir kış gecesi,pencerenin yanındaki hasta öldü.Onu kaldırdıktan sonra ortadaki hastayı pencerenin önüne,kapının yanındakini de ortaya yatırarak,boşalan yere yeni bir hasta getirdiler. 
Pencerenin önüne alınan iyimser hasta,dışarıda gördüklerini anlatmaya başladı. 
Yol kenarındaki parkı,dev çınar ağaçlarını,cıvıldaşan kuşları şlerine koşan insanları,neşeli çocukları ve karşı dağlardaki çiçek dolu tarlaları uzun uzun anlatarak,çaresiz durumdaki arkadaşlarını 
rahatlatıyordu.Adam kısa bir süre sonra,gelip geçenlere isimler takmaya başladı.Öteki hastalar,artık sabah işe gidenlerin,seyyar satıcıların ve akşam vakti yorgun argın eve dönenlerin öykülerini dinleye dinleye, onları gözleri önünde canlandırıyordu. 
Kısa bir süre sonra hastahanenin ruha ağırlık veren havası dağılmış ve türlü geçmek bilmeyen can sıkıcı saatleri tatlı öyküler doldurmuştu.Bir gün ortadaki hastanın aklına bir fikir geldi.Eğer pencere- 
nin önündeki hastaya bir şey olursa oraya kendisi geçecek ve onun öykülerini dinlemektense,dışarıdaki renkli ve canlı yaşamı kendi gözleriyle görecekti.Bu düşünce günlerce kafasına yer etti.Yattığı yerden hep bunu düşünüyor ve çareler araştırıyordu.Sonunda onuda buldu 
Pencerenin önündeki hastaya bazen kalp krizleri geliyordu.Adam bu durumda komodinin üzerindeki ilacına güçlükle uzanıyor ve odada hasta bakıcı olmadığından ilacı kendisi alıyordu. 
Bir gece,pencere önündeki hastaya yine bir kriz geldiğinde,ortadaki hasta büyük bir gayretle doğrularak onun ilacını deviriverdi. Şişe yere düşmüş ve paramparça olmuştu.Ertesi sabah,pencerenin önündeki hastayı ölü buldular.Ve onu kaldırdıktan sonra,ortada yatan hastayı 
cam kenarına geçirdiler.Adam göreceği manzaranın heyecanıyla dışarıya baktığında beyninden vurulmuşa döndü.! 


Pencerenin bir kaç metre ötesinde,simsiyah bir duvardan başka 
hiç birşey yoktu...


Ne Nasıl Yapılır? Çikolata

Sık sık tükettiğimiz çikolata hakkında bir şeyler bilmemizin iyi olacağını düşündüğüm için bugün bu konuda çikolata yapımını paylaşmak istedim. Biliyorum ki bir şeyi en iyi izleyerek öğreniriz. Karşınızda çikolata yapımı videosu ve çikolatanın tarihçesi. Hemen arkasından da "Evde nasıl çikolata yapabiliriz?"

Videodan biraz bilgi edinebilmek güzel bakalım çikolata nasıl bulunmuş?

Milattan önce, büyük olasılıkla Olmeklerden oluşan bir grup, Güney Amerika'da kakao ağacı yetiştirir. Mayalar, bir hayvanın bu ağaçtan bir meyve kopardığına tanık olur. Mayalar zamanla bu çekirdekleri nasıl kullanacaklarını öğrenirler. M.S. 600 yılında, Mayalar çikolatalı bir içecek yaparlar. Efsaneye göre, Aztek kralı Moctezuma günde 50 fincan çikolata içiyordu. Azteklerde ve Mayalarda çikolata içmek önemli bir olay sayılırdı. Mayalarda daha çok kraliyet ailesi için uygun görülen bu içeceği sıradan insanlar çok özel durumlarda içebiliyordu. Azteklerde ise yöneticiler, rahipler, rütbeli askerler, onurlandırılmak istenen tüccarlar bu özel içeceği tadabiliyordu. İspanyol kâşiflerKristof Kolomb ve Hernán Cortés'in , 16. yüzyılda Orta Amerika'ya yaptıkları gezide Aztek kralı Moctezuma bu çikolatalı içeceği kaşiflere sunar. Kaşifler bu içeceği vatanlarına götürüp hazırlamasını öğretirler. Bu, Mayalar ile Azteklerin öğütülmüş kakao çekirdeklerinin suyla karıştırılmasıyla elde ettikleri bir içecektir. Aztek dilinde "ekşi, acı içki" anlamına gelen "xocoatl" adındaki bu içeceği Aztekler, içine biber ve başka baharatlar katarak soğuk olarak içiyorlardı. İspanyollar ise aynı içkiyi şekerli olarak içmeye başladılar. 80 yıl sonra,İngiltere'de içecek yapılmak üzere katı çikolata satılmaya başladı. Böylece katı çikolata satan "çikolata evleri" bütün Avrupa'ya yayıldı. 1700'lü yıllarda İngilizler bu içeceklere süt katmaya başladılar. Türkiye'nin ilk yerel üretim yapan çikolata fabrikası ise, cumhuriyetten üç yıl sonra, 1927'de Feriköy'de kuruldu. Bugüne kadar bulunan en eski çikolatanın izlerine 2600 yıllık bir çömleğin içinde rastlanmıştır.

EVDE ÇİKOLATA YAPIMI
Malzemeler
9 kaşık şeker
9 kaşık un
1/4 paket margarin
Yarım paket vanilya
3 kaşık kakao
3 adet yumurta
Biraz süt

Hazırlanışı:
Önce yumurta ile şekeri iyice çırpın(15 dk.)Daha sonra margarin hariç diğer malzemeleri koyarak tekrar çırpın(25 dk.)Sonra ise tavada 1/4 paket margarini eritin. (Margarini biraz soğuduktan sonra ekleyin) Daha sonra ilave edin. İsterseniz kalıplara koyup dondurun.  AFİYET OLSUN!

25 Haziran 2013 Salı

Yoldan En Guzel Gecen Kisi

Blogumla ilgili kucuk bir karar aldim. Her gece yatmadan once Allah'in izniyle sizinle bu Blog uzerinden, begendigim, komik, ilgimi ceken hikayeleri paylasacagim. Umarim sizde begeniyle okursunuz ve baskalarina da anlatirsiniz.

Yoldan En Güzel Geçen Kişi
Bir kral halkı için geniş bir yol yaptırmaya karar verdi.Yapımı tamamlanan yolu halka açmadan önce, bir yarışma düzenlemeye karar verdi.
İsteyenin bu yarışmaya katılabileceğini ilan ettiren kral, yoldan en güzel geçecek kişiyi belirleyecegini söyledi.

Yarışma günü, insanlar akın ettiler.

Bazıları en güzel arabalarını,
bazıları en güzel elbiselerini getirmişti: Kadınlardan kimileri saçlarını en güzel biçimde yaptırmıştı, kimi de yanlarında en güzel yiyecekleri getirmişti.

Gençlerden bazıları spor kıyafetler içinde yol boyunca koşmaya hazırlanıyordu.

Nihayet, tüm gün insanlar yoldan geçtiler, fakat yolu kat edip tekrar kralın yanına döndüklerinde hepsi aynı şikayette bulundu:

Yolun bir yerinde büyükçe bir taş ve moloz yığını vardı ve bu moloz yığını yolculuğu zorlastırıyordu.

Günün sonunda yalnız bir yolcu da bitiş çizgisine yorgun argın ulaştı. Üstü başı toz toprak içindeydi, ama krala büyük bir saygıyla yönelerek elindeki altın kesesini uzatti:

"Yolculugum sırasında, yolu tıkayan tas ve moloz yığınını kaldırmak için durmuştum. Bu altın kesesini onun altında buldum. Bu altınlar size ait olmalı."

Kral gülümseyerek cevap verdi:

"O altınlar sana ait delikanlı."

"Hayır, benim değil. Benim hiçbir zaman o kadar çok param olmadı."

"Evet" dedi kral. "Bu altınları sen kazandin, zira yarışmanın galibi sensin. Yoldan en güzel geçen kişi sensin. Çünkü, yoldan en güzel geçen kişi, ardından gelenler için yoldaki engelleri kaldıran kişidir ! "

Ne Nasıl Yapılır? Mısır Gevreği

Mısır gevreği, popüler bir kahvaltı gıdasıdır. Değişik çesitleri bulunan mısır gevreklerinin Türkiye'de son yıllarda özellikle şehirlerde tüketimi artmıştır. Bu nedenle bu alanda üretim yapan firma sayısı da artmıştır. Mısır gevreklerinin pek çok çeşitleri vardır. Bunlar karamelli, kakaolu, çikolatalı, ballı, fındıklı, meyve parçalı olarak sayılabilir. Mısır gevrekleri genellikle soğuk süte konularak yenir. Peki bu mısır gevrekleri ilk ne zaman yapıldı? Ne için, nasıl ve kim tarafından yapıldı? Hadi gelin öğrenelim...


Mısır gevreğinin tarihi inanışları gereği sıkı bir vejateryen oruç uygulamak zorunda olan "seventh-day adventists" isimli kiliseye bağlı bir grup müridin, bu şartlara uygun bir yiyecek oluşturma çabası ile, 19. yüzyıla kadar uzanıyor. Grup üyeleri buğday, yulaf, pirinç ve mısır gibi pek çok tahılla denemeler yapmışlar ve mısır, şeker ve vitaminlerin kombinasyonu ile mısır gevreğinin ilk temellerini atmışlar.1894 yılında Dr. John Harvey Kellogg, bu karışımı Michigan'daki bir sanatoryumda, sıkı bir vejeteryan rejime soktukları hastalara da uygulamış. Bu mısır karışımının mısır gevreği haline gelmesi ise Dr. Kellogg ve ağabeyi Will Keith Kellogg'un sanatoryumda bir presleme işlemi sırasında, pişirdikleri mısırın yanlışlıkla preslenmesi sonucu olmuş. bu yeni şeklin tutacağını düşünen kellogg kardeşler küçük bir bütçe ile üretime geçmeye, mısır hamurunu silindirlerden geçirip kurutarak gevrek haline getirmeye karar vermişler. 14 Nisan 1894 tarihinde ilk üretimi gerçekleştirip hastalarına vermeye başlamışlar ve 31 Mayısta "Granose" ismi ile ürünün patentini almışlar. Şeker ve süt ile karıştırılan bu gevrek hastalar arasında çok popüler olmuş. Bunun üzerine Kellogg kardeşler diğer tahıllarla da aynı sistemi denemeye başlamışlar. 1906 yılında Kellogg Firmasını kurarak ürünü pazarlamaya başlamışlar. bu arada bazı ürünlerine şeker ve bal da eklemeye başlamışlar.

Hepimizin severek yediği, sabah kahvaltılarında süt ile birlikte tüketmek istediği mısır gevreğinin tarihi bu. Yani bir nevi ihtiyaçtan bir nevi de tesadüf eseri bulunmuş bu gevreği artık ne için yapıldığını bilerek tüketebilirsiniz.
cornflakes 3020

24 Haziran 2013 Pazartesi

Farklı Tasarımlar

Sitemin adına uygun olarak farklı ve ilginç şeyler paylaşmak istiyorum. Tasarımlar hayata kolaylık katmalı veya dikkat çekmelidir. Benim için tasarımlar renkli olmalı ve baktığımda mutlu olmalıyım. Ayrıca özellikli ve farklı tasarımlara da bayılırım. Siteme yazı ekleme konusunda da aynı şey için uğraşıyorum. Ne kadar başarılı olduğum sizin takdirinize kalmış.

Evinizin ortasında koskocaman elma gibi gözüken bir masa-sandalye takımınız olsun istemez miydiniz? Şahsen ben isterdim. Ayrıca şık ve kullanışlı gözküyor.

Tek bir dolap hem yatak hem masa hem de raf!
Mükemmel bir kanepe tasarımı! Çocuk odaları için ideal, hem kanepe hem ranza!
Anlamlı bir kül tablası, biraz ders verici biraz da iğneleyici.

OyunKombinleri Tanıtımı

Sizlere önceden bahsettiğim bir blogumu tanıtmak istiyorum: OyunKombinleri
Bu blogspot'ta Stardoll, MovieStarPlanet ve i-Dressup online sitelerinde yapmış olduğum kombinleri fiyatlarıyla ve mağazalarıyla birlikte paylaşıyorum. Bazen çok zahmetli gelsede en azından bir şeyler yapmaya çalışıyorum :)
Örnek: 
Elbise: 500 StarCoin (Sweet Kisses)
Ayakkabı: 500 StarCoin (Laces Of The Night)
Saç:  550 StarCoin (Pink Waves)
Gözlük: 475 StarCoin (Manga Hearts)
Bu şekilde sunmuş olduğum kombinleri umarım beğenirsiniz. Unutmayın, sadece MSP değil, Stardoll ve i-Dressup'tan da kombinler var :)

23 Haziran 2013 Pazar

İnsanlara Deger Verin

İNSANLARA DEĞER VERİN


Kaba saba, soluk, yıpranmış giysiler içindeki yaşlı çift, Boston treninden inip utangaç bir tavırla rektör'ün bürosundan içeri girer girmez, sekreter masasından
fırlayarak önlerini kesti... Öyle ya, bunlar gibi ne idüğü belirsiz taşralıların Harvard gibi üniversitede ne işleri olabilirdi?
Adam, yavaşça rektörü görmek istediklerini söyledi. İşte bu imkansızdı..Rektörün o gün onlara ayıracak saniyesi yoktu.. Yaşlı kadın, çekingen bir tavırla; "Bekleriz" diye mırıldandı...Nasıl olsa bir süre sonra sıkılıp gideceklerdi.. Sekreter sesini çıkarmadan masasına döndü.. Saatler geçti, yaşlı çift pes etmedi.. Sonunda sekreter, dayanamayarak yerinden kalktı. "Sadece birkaç dakika görüşseniz, yoksa gidecekleri yok" diyerek rektörü iknaya çalıştı. Anlaşılan çare yoktu..
Genç rektör, isteksiz bir biçimde kapıyı açtı. Sekreterin anlattığı tablo içini bulandırmıştı. Zaten taşralılardan, kaba saba köylülerden nefret ederdi.
Onun gibi bir adamın ofisine gelmeye cesaret etmek, olacak şey miydi bu? Suratı asılmış, sinirleri gerilmişti.
Yaşlı kadın hemen söze başladı. Harvard'da okuyan oğullarını bir yıl önce bir kazada kaybetmişlerdi. Oğulları, burada öyle mutlu olmuştu ki, onun
anısına okul sınırları içinde bir yere, bir anıt dikmek istiyorlardı. Rektör, bu dokunaklı öyküden duygulanmak yerine öfkelendi. "Madam" dedi, sert bir sesle, "Biz Harvard'da okuyan ve sonra ölen herkes için bir anıt dikecek olsak, burası mezarlığa döner..."
"Hayır, hayır" diyerek haykırdı yaşlı kadın.. "Anıt değil... Belki, Harvard'a bir bina yaptırabiliriz". Rektör, yıpranmış giysilere nefret dolu bir nazar
fırlatarak, "Bina mı?" diyerek tekrarladı, "Siz bir binanın kaça mal olduğunu biliyor musunuz? Sadece son yaptığımız bölüm yedi buçuk milyon dolardan
fazlasına çıktı..."
Tartışmayı noktaladığını düşünüyordu. Artık bu ihtiyar bunaklardan kurtulabilirdi.. Yaşlı kadın, sessizce kocasına döndü: "Üniversite inşaatına başlamak için gereken para bu muymuş? Peki, biz niçin kendi üniversitemizi kurmuyoruz, o halde?"
Rektör'ün yüzü karmakarışıktı.. Yaşlı adam başıyla onayladı. Bay ve bayan Leland Stanford dışarı çıktılar. Doğu California'ya, Palo Alto'ya geldiler. Ve Harvard'ın artık umursamadığı oğulları için onun adını ebediyyen yaşatacak üniversiteyi kurdular.
Amerika'nın en önemli üniversitelerinden birini STANFORD'u.

Sahip Olduklarimizin Degeri

ÇABUK ZENGİN OLMAK İSTEYEN ..


İki altın arayıcısı, California'daki bir dağın yamacında canlarını dişlerine takmış çalışıyorlardı, iki aydan beri bir türlü ulaşamadıkları o son madenin peşindeydiler.

Senelerden beri bu işle uğraşan Bill'de hiçbir bıkkınlık işareti yoktu. Fakat, bu yorucu çalışma, California'ya sadece gezmek için gelmiş olan Sam'ın canına tak etmişti. Bill ısrarla:"Yanımdan ayrılma Sam!" diyordu. "Bir gün mutlaka altın bulup zengin olacağız!"

Sam ise "Kim bilir?" demekle yetiniyordu. Kazmayı her savuruşunda adaleleri kopacak gibi ağrıyor, sıcak güneş sırtını yakıp tutuşturuyordu. Akşama doğru, Bill birden bir sevinç çığlığı attı: "İşte Sam! Görüyor musun, altın tozlarını görüyor musun?" Sam parıldayan bir iki toz parçasına hoşnutsuzca bakarak "bir şeye benzemiyorlar ki" dedi.

Ertesi gün, Bill ile Sam akşama kadar çalıştıkları halde çok az altın buldular. Sam artık bıkmıştı. Kulübeye döndükten sonra, elbiselerini değiştirdi ve Bill'e şöyle bir not yazdı: "Bill, bulacağın bütün altınlar senin olsun. Bu kadar çalışmayı kaldıramıyorum. Zengin olmanın herhalde daha kolay bir yolu vardır."Sonra, bir daha dönmemek üzere oradan ayrıldı.

Bill, Sam'in yazdığı notu okuyunca sadece omuzlarım silkti ve işine döndü. Çok geçmeden bütün kaplarının dibinde tabaka tabaka altın buldu. Artık zengin olmuştu!

Bir saat daha fazla çalışmış olsaydı, Sam de hemen oracıkta büyük bir servetin sahibi olacaktı. Ama o zamanda, dünya, Samual Langhorne Clemens'in, yani bir zamanların altın arayıcısı Sam'in, daha sonraları "Mark Twain" takma adıyla yazdığı paha biçilmez eserlerinden mahrum kalacaktı!

Yani, sahip olduğumuz nimetlerin değerini ve şükretmeyi bilmeliyiz.... kulluk kulluk anlayacağımız..

Okul İcin Tavsiyeler


KENDİN OL! (BE YOURSELF!)
 Başkalarına iyi ya da güzel gözükmek için istemediğin, zorla yapmak zorunda olduğun şeyleri yapmana hiç gerek yok! İnan bana nasıl olursan ol, seni o halinle de sevecek arkadaşların, seni seven insanlar mutlaka olacak. Önemli olan, içinde güzel hisetmen. Hangi halinden memnunsun?
Don't make to look good to others things you do not want! Whoever you are, someone love you. The important thing is feeling beautiful.


ÖZENME! (DON'T EMULATİON!)
Her şeyi oluruna bırak. Moda diye sevmediğin, beğenmediğin tokayı takma. Okulundaki en popüler insan gibi olmak için onun yaptıklarını taklit etme. Her iki yöndende kaybedersin. Ne kendi arkadaşların yanında kalır, ne de onun gibiler yanında olur.
Let it go for everything. Don't wear hairgrip, If you don't want!

DERSLERİNİ AKSATMA! (ATTACH IMPORTANCE TO YOUR LESSONS)
Eğlence gelip geçicidir. Ömrünü boşuna harcayıp sonra pişman olma, eğlenmesini bil fakat yaptığını yerinde yap. Derslerin geleceğin, mesleğin, belki ilerideki aileni kurman için gerekli olan şey. Ömrünü ağır ve zor işler yaparak veya sokakta aylak aylak dolanmak istemiyorsan, sık dişini biraz.

 VE GÜÇLÜ KAL (AND STAY STRONG)

Yaz Aylari

21 Haziran'dan itibaren 3 ay boyunca tamamen yaz doneminin icindeyiz. Hava gercekten)  cok sicak. Fakat bunun  zorluguyla vaktimizi kotu bir sekilde degerlendirmemeliyiz. Dun ilk kez denize girdik. Kardesim yuzmeyi pek sevmez bu yuzden sudan erken cikip buldugu deniz kabuklarindan begendiklerini posetin icine toplamis. Bizde firsati kacirir miyiz? Tabikihayir. Hemen bir blogspot adresi aldik ve boyamis oldugumuz kabuklarin birkacini bu adrse yukledik. Belki ilerde satisini da yapariz. Ne dersiniz?

Daha fazlasi icin http://elyapimigozbebekleri.blogspot.com/'u ziyaret edebilirsiniz .

Blog'um Hakkinda

Bir avuc sevgi ve mutluluk sunmaya geldim size. Ayni sanilan farkliliklarla, farkli sanilan ayniliklarla. İstedigim sadece biraz huzur icinde olmak bu blog'da... Bu yuzden neysem onu paylasacagim benimle ilgili olarak. Biraz benim hakkimda bu blog yani aslinda. Sizi de ilgilendirecek seyler var tabiki.
 Amacim bilgilendirmek degil, farkliliklari, farkinda olunmadiklari gostermek.

 İlk blogum degil bu, son olsunda istemem. Olurda diger bloglarima da gozatmak isterseniz:
Esdersu, farkliyeni, oyunkombinleri
Yeni gununuzun gunes gibi isil isil olmasini Allah nasip etsin. İyi gunler dilerim.